Santiago’dan Mektup: Afet Merkezi
- Yusuf Tayınmak
- 3 Haz 2024
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 3 gün önce

Şu anda Santiago, Şili'deyim ve afet araştırmalarını görüşmek üzere Pontificia Universidad Católica de Chile'deki meslektaşlarımla bir araya geliyorum. Şili, düzenli olarak çeşitli doğal afetlerden mustarip olduğu için bu tür bir araştırma için uygun bir yer. Geçtiğimiz yıl iki yanardağ patlaması, bir deprem, sel ve toprak kaymalarının yanı sıra Valparaíso'da iki binden fazla evi yok eden büyük bir yangın meydana geldi.
Afetlerde insanların neden çok fazla yararlı yardımın yanı sıra afetzedelerin ihtiyaç duymadığı çok fazla eşyayı da bağışladığını araştıran bir çalışma hakkında duyum aldım. Bahsedilen bazı örnekler arasında bir kemer tokası, makyaj malzemeleri, bayraklar ve bir gelinlik yer alıyor. Gönderilen bağışları tek tek inceleyerek yararlı olabilecekleri belirlemek, çok fazla iş yükü olabilir. Meslektaşlarımın bu araştırması, acil durumlarla ve afetlerle ilişkili kaçınılmaz ve hoş karşılanan yardım etme arzusundan en iyi şekilde nasıl yararlanılabileceğini anlamaya çalışmaktadır. Böylece afet sonrası iyileştirme sürecine katkıda bulunmak amaçlanmıştır.
Şili'deki bu araştırma, felaketin dışındaki insanlardan gelen yardımlara odaklanırken, benim kendi çalışmam afetzedelerin kendi davranışlarına odaklanıyor. İşte blog yazısı uzunluğundaki özetiyle önemli noktalar:
Kitlesel acil durumlardaki kalabalık davranışının açıklanması gereken özelliklerinden biri, sadece birkaç dakika önce yabancı olan insanların, örneğin 7 Temmuz 2005 Londra bombalamasından kurtulanlar arasında olduğu gibi, normalde dayanışma geçmişi olan gruplarla ilişkilendirilen sosyal destek ve karşılıklı yardımlaşma biçimlerini sergileyebilmeleridir. İnsanlar başkalarına yardım etmek için risk almışlardır. Turnike bağlamak için çıkışlarını ertelemişlerdir. Bir şişe suyu paylaşmak ve teselli edici bir söz söylemek için ellerinden gelenin fazlasını yapmışlardır.
Evrensel olmamakla birlikte, acil durumlardan kurtulanlar arasında dayanışma bulgusu nispeten yaygındır. Afetlerdeki sosyal davranışlar için mevcut psikolojik açıklamalar- önceden var olan sosyal ağlar (‘sosyal sermaye’ olarak da adlandırılır) veya aile bağları- birçok durumda geçerli olmamıştır. Analizimiz, dayanışmaya yönelik davranıştaki değişimin değişen sosyal bağlama dayalı psikolojik bir değişimden kaynaklandığını göstermiştir. Acil bir durum ya da afet ortak bir kader duygusu yaratabilir. Bu da insanların artık birey olarak konumlanmak yerine bir arada gruplandığı bir durumdur. Gestalt terimleriyle ifade edecek olursak figür-zemin ilişkisi, “benim diğerleriyle olan ilişkim”den “bizim acil durum/tehdit ile olan ilişkimiz” durumuna kayar. Bu tür olaylarda, hayatta kalanlar genellikle yeni bir ‘biz’ duygusu tarif ederler ki bu bizim dilimizde paylaşılan sosyal kimliktir. Sosyal bir kimliği paylaşmak, ilgi alanının sınırlarının daha kapsayıcı hale gelmesi anlamına gelir. İnsanlar diğerlerine destek verir çünkü ‘diğerleri’ artık 'biz'izdir.
Bu analiz, acil durumlardaki kalabalık davranışlarının irrasyonel ‘kitlesel panik’ olarak görüldüğü daha önceki hâkim anlayışlara bir alternatif sunmaktadır. Bunun yerine Dünya Ticaret Merkezi'nin tahliyesi, Hillsborough felaketi ve Katrina Kasırgası gibi çok çeşitli olaylarda görüldüğü gibi profesyonel müdahale ekiplerinin yokluğunda ‘dördüncü acil durum hizmeti’ olarak hareket eden hayatta kalanların kendiliğinden örgütlenme fikrini öne çıkarmaktadır. 2010 Şili depremindeki dayanışma üzerine ve neredeyse bir felaket olan bir açık hava müzik etkinliğinde kalabalığın güvenliğini sağlayan gayri resmi düzenlilik üzerine olan araştırmalarımız, bu analize, altta yatan süreçlere dair bazı ayrıntılar eklemektedir. Her iki çalışma da paylaşılan sosyal kimliğin sadece acil durumlarda yabancılara yardım etme motivasyonuna değil, aynı zamanda diğerlerinin (yabancıların) grup üyelerine destek olacağı beklentisine de yol açtığını göstermektedir. Bu destek beklentileri de kolektif etkinliğin ve grup için eşgüdümlü eylemin temelini oluşturmaktadır.
Açıklamamızın profesyonel acil durum müdahale ekipleri için de bazı çıkarımları bulunmaktadır. Eğer kalabalıklar içindeki insanlar paylaştıkları sosyal kimlik sayesinde birbirlerini destekleyecek böylece kendi baş etme ve hayatta kalma süreçlerine katkıda bulunacak psikolojik kapasiteye sahiplerse, o zaman kalabalıkları ‘yönetilmesi gereken sorunlar’ olarak ele alan yaklaşımlar ve kalabalığı zorlama, kontrol etme ya da bilgi saklama girişimleri faydasız olmaktan da ötedir. Tartıştığımız gibi, bu tür dışlayıcı ‘komuta ve kontrol’ yaklaşımları endişe ve güçsüzlük yaratma riski taşımaktadır. Bunun yerine, profesyonel müdahale ekipleri ve kalabalık güvenliği alanında çalışanlar, insanların etkili bir şekilde hareket etmeleri ve organize olmaları için ihtiyaç duydukları bilgileri kalabalığa vererek kalabalığın kapasitelerini geliştirmelidir.
Kalabalık psikolojisinin kolektif dayanıklılığın temeli olduğunu öne süren bu açıklama aynı zamanda güçlü bir bireycilik eleştirisi de sunmaktadır. Hâkim söylem bireyciliği en yüksek rasyonalite biçimi olarak sunarken, araştırmamız bunu tersine çevirerek güvenliğin çoğu zaman kişinin kendisini kalabalığın bir parçası olarak görmesiyle arttığını göstermektedir. Acil durum tahliyelerinde kapıların kapatılmasıyla ilgili örnekler, kolektif bir ortamda birey olarak hareket etmenin acil bir durumu felakete dönüştürme riski taşıdığını göstermektedir.
Kaynak : https://blogs.sussex.ac.uk/crowdsidentities/2015/05/26/letter-from-santiago-disaster-central/